Hala büyüleyici geliyor mu size? Hala bu şehrin büyüleyici ve insanı içine hapseden yanları var elbette. Kalabalığında bile puslu bir sihir gizli. İhsan Oktay Anar ‘ın Puslu Kıtalar Atlası’nı okuduğumda belki de bu yüzden elimden bırakamadım. Belirsizlik içindeki gizemin çekiciliği ve büyüleciliğinin sanatsal bir anlatımla birleşmesi sonucunda oluşan girdabın içerisinde yol almak gibi bir şey bu şehirde olmak. Puslu Kıtalar Atlası adlı kitap da her nedense İstanbul ile bağdaştırabildiğim bir yapıt.
Vaktiniz olur da okuyabilirseniz sanırım ne söylemeye çalıştığımı daha iyi anlayacaksınız. İstanbul denince açık havalarda dahi puslu bir silüet beliriyor zihnimde. Galata ‘nın ihtişamıyla birleşen köprülerle…
Her gün biraz daha kalabalıklaşan bir boşluk içerisinde yaşamak gibi İstanbul’da yaşamak. Bir anlamda giderek daha da robotlaşan bir yaşamın kırıntılarında beslenmeye çalışan küçük yüzgeçli balıklar gibi yavaşça yüzerek soluk almaya çalışırken boğulmamaya çalışmak gibi. Uzun süre önce uzaklaşmak istediğim bu şehirden şu anda uzak olmak beni üzüyor dersem yine de yalan olmaz. Dedim ya o gizemli ve puslu havanın çekiciliği sanki güzel bir dilberin peçesini aralamaya çalışmak gibi bir şey. Bu kimi zaman sessizliğimizde bizi boğan gürültülü şehrin duvarlarında yankılanan çığlıklarını duymamak ise herhalde onun öldürücü cazibesini görmemekle eşdeğer olurdu.
Doğup büyüdüğüm bu şehre haksızlık etmek istemiyorum ancak aslında yaptığım şeyin “hakkını vermek” olmadığını söylemeye de kimsenin gücü yetmez sanırım. Her şeye rağmen gerçekten de yaşanması gereken bir şehir İstanbul. Yaşanması ve yaşatılması gereken bir şehir. Biz insanlar üzerinde yaşadığımız toprağı kendimize uydurmakta hiç tereddüt etmiyoruz. Nerede boş bir alan görsek “Şunu yapalım” diyiveriyoruz. Sanırım aslında bu şehrin bize görünen tüm çirkinliklerinin mimarı bizleriz…
Kirletmekte üstümüze yok! Ancak iş temizlemeye geldiğinde her şey o kadar da kolay olmuyor. Binaları yapıyor atıklarını denize boşaltıyoruz. Hem de arıtmadan. Bakınız bu hafta sonunda bir denize gireyim dedim Silivri’den. Aman ne dersin! Niye dersin böyle bir şeyi?! Silivri’ye kanal yapacak yönetim oraya bir cezaevi kondurmuş ama arıtmasını unutmuş diye duydum! Korktum tabi, girmedim denize ama çok çok üzüldüm. Umarım birilerinin aklına gelir böylesi hataları düzeltmek diye düşündüm haliyle. Birileri bir şeyler yapmalıydı. Yapmış da! Bakınız.
Hemen her yerde çevreyi kirletiyoruz. Sigaramızla, egzoz dumanımızla ve başka bir sürü şeyle. İstanbul’umuz da işte böyle eriyip gidiyor zaman içerisinde. Bir de bunlara yaşam savaşı sevgi ve anlayış eksikliği gibi faktörler eklenince hele bunlar yeterli eğitimi almamakla birleşince malesef yaşanılası bir şehir olmaktan çıkıyor bu şehir. Yine de gizemli çekiciliğini koruyor ve puslu bir havayı yaran gün ışığı gibi güzelliklerini ruhumuza nakşetmeye devam ediyor…
“Ah İstanbul!” üzerine bir yorum