Bu günlerde ortalık karışık. Hem de fena karışık. E durum böyle olunca kafalar da karışıyor muhakkak. Ama bu karışıklıkta net olan bazı şeyleri görmezden gelmek bizleri bir masal sendromuna sokuyor…
Keşke masalların sonu gibi iyi bitse bizim masallarımız da. Bize anlatılanları öylece dinliyor, bazen “vay be” diyiveriyoruz. Örneğin şu son günlerdeki dağ tepe dövme olayı bana göre bir masalı gerçekçi göstermek için bir tür show dan, gösteriden öteye geçmiyor. – tabi bu konuda yanılıyor olabilirim, yanılma hakkım saklıdır -. Geçmişte de böyle gösteriler yapılmıştı. “Bakın işte yapıyoruz!” tarzı edalarla… da bundan yıllar sonra da yapılacağa benziyor, tabi o zaman bizi hangi devlet köle yapmaya çalışır artık orası ayrı. Yani ülkemiz diyebileceğimiz bir ülkemiz kalır mı o vakit! Herkesin aklına gelen sorular benim de aklıma geliyor. Belki benim şansım bunları burada dile getirmektir. Belki şanssızlığımdır kim bilir. Yani olup bitenleri anlayamıyor olduğumu dile getirerek aptallığımı gözler önüne serdiğim için şanssızlığımdır diyorum…
Az önce Hürriyette Yılmaz Özdül’in bir yazısını okudum. Hem güldüm hem üzüldüm ama çok beğendim yazıyı. Güleriz ağlanacak halimize denir ya; işte o hale geldik sonunda. Demiştim kırılma noktası falan diye geçmişte; işte o noktanın ötesinde olduğumuzun göstergesi olan günler yaşıyoruz. Burayı tıklayarak bu yazıyı yazmama neden olan yazıyı okuyabilirsiniz. Benim yazımın başlığı buradan çıkıyor….
Bir de Ahmet Altan’ın bir yazısı çarptı gözüme okumaya değer.
Aslında Facebook üzerinde tiyatro ile ilgili bir grubun adı “Masa masalları”. Benim konuyla ilgili benzetmem ise; Masalarda konuşulan, görüşülen, sonra orada kalan ve gerçeğe dönüşme noktasında sancılar çektiren, önümüze ihtişamla “ye” diye sunulan; hatta masanın kendisi bile Masal olan bir hikayenin üzerindeki tozların savrulurcasına gözümüze kaçmasını andıran acısıyla; bir martının ağzındaki lokmayı kapmacasına deli damacana kokan bir ülke haline getirilişimizin masalı…
Daha kaç masa değişir kaç masa kurulur, kaç masal gelir önümüze bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki bu günlerde kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Kafam çok karışık, ne dediğimi bilmiyorum. Siz anladınız mı ne dediğimi? Saçmalıyorum öyle değil mi? Saçmalamak güzel şey, siz de yapın yapmıyorsanız. Herkes yapıyor zaten. Şarkıları dinliyorum saçmalıyor, haberleri dinliyorum saçmalıyor, trafikte yol alıyorum herkes ayrı bir saçmalık yapmakta. Her şey saçmaymış aslında ya! Cidden! Gittikçe de saçılıveriyoruz! Allah’ım sen akıl fikir ver bize ne olur!
Çok mu şey istiyoruz acaba? Huzur, barış, birazcık mutluluk falan. Adam gibi kötü şeyler görüp duymadan işimize gidelim sağlam kafayla çalışalım yahu! Yok ille de birileri çomak sokacak hayatımıza. Tv izlerken içim içimi yiyor yahu! Neden gencecik arkadaşlarımız, dostlarımız, kardeşlerimiz pisi pisine ölüyor. Kimin hakkın bu olanlar? Allah’ım sen akıl fikir ver bize ne olur! Ya beni aptal kıl ki anlamadan mutlu olayım ya da akıllı kıl ki bir çıkış yolu bulayım! Sıklıkla şöyle diyorum kendime; “git yat uyu, nasıl olsa geçecek”. Hayat bitiyor!
Aslında belki de yazmamak lazım hiçbir şey. Susmak lazım belki de. Yani Yonca Tokbaş’ın yaptığı gibi yapmak gerek belki. Evet evet, benim için en doğru olan bu.
Sevgiyle ve aklınızla kalın.