25 Eylül 2009’da dünya sinemalarıyla aynı anda ülkemizde gösterime giren bir film surrogates. Son derece çarpıcı konusuyla izleyicisini adeta psikolojik bir girdaba sokmayı başarmıştı. En azından beni! İzlediniz mi bilmiyorum ancak izlemediyseniz tavsiye ederim. Konusunu burada okuyabilirsiniz.
Bilimkurgu tarzı filmleri gerçeğe aykırı bulanlardan mısınız? Eğer öyleyseniz söyler misiniz gerçek nedir? Etrafta dokunduğunuz, gördüğünüz, konuştuğunuz insanlar, duvarlar, ağaçlar mı gerçek?
Yoksa aklınızda ürettiğiniz hayalinizden ortaya çıkan yansımalar mı?
Buradaki bağlantıda okuduğum haber bana hayalgücünün etkisini bir kez daha kuvvetli bir biçimde anımsattı. Önce hayal ediyoruz, ardından kendi bilincimizde oluşturduğumuz gerçeğe dokunuveriyoruz. Bilimkurgu filmleri de adeta “saçma sapan film” yaklaşımındaki insanları geleceğe hazırlayor ve “bakın nasıl şekkillendiriyoruz hayatınızı” diyor dalga geçercesine.
İzleyenler hatırlayacaktır eminim, yine muhteşem saçmalıkta bir film girmişti 2010 yılında vizyona BAŞLANGIÇ adında. Filmde insanların düşüncelerine rüyaları vasıtasıyla ulaşmaya çalışan bir hırsızın dünyasına konuk olmuştuk. Kendisine hayatını kurtarmasını sağlayacak son bir iş teklif ediliyordu. Sonunda rüya içinde rüya derinleşiyordu ve izleyici bu saçma filmin içinde kayboluyordu. İşte bu noktada devreye “saçma” kavranının algılanışı giriyor. Nedir saçma! Pek çok izleyici bu gibi filmlere “saçma” , “gerçek dışı” , olarak baksa da görünüşe göre bazı insanlar bunları hayal edebiliyor ve bizlere sunabiliyor. Dahası düşüncenin ve hayal edebilmenin önemini kafamıza kakarcasına hayal ettikleri şeylerden hayatlarını kazanıyorlar. Biz hala saçma diyip dururken…
Sizin saçma gördüğünüz, hayal dediğiniz şey bir başkası tarafından “gerçek” yapılıyor. Bu sizin için ne acıdır. Bilgisayar oyunlarında gördüğümüz teknolojiler artık hayatımıza giriyor. Elektronik cihazlar kablosuz olarak şarj edilebiliyor ve insanların yerini yavaşça robotlar alıyor. İşte bu gücü bilen rüya hırsızları etrafımıza sesten ve görüntüden oluşan kafesler örüyor, bizi hayal gücünden alıkoyuyor. Mesai saatimizi arttırıyor, cumartesi de çalışın diyor, “düşünme iş yap” diyor, sanatı baltalıyor, “böyle müzik olmaz” diyor, bilgi ağımızı kontrol ediyor, “o yasak”- “bu yasak” diyor.
Ve biz hala “uyuyoruz kendi gerçeğimizin(!) içinde”…