water drop photo

Suyun sırrı: Gerçeğin okyanusuna hoş geldin

Bu yazıdaki konu başlıkları:

  • Suyun hafızası var mı?
  • Suyu neden ayakta içmemeliyiz?
  • Suyu içme şeklimizin vücudumuza etkileri farklılık gösterir mi?
  • 1400 sene önce uyarıldık mı?
  • Ayakta su içmek neden zararlıdır?
  • Su mesaj verir mi?
  • Basitliğin zarafeti
  • Bilim tarafından ispat edilememiş her düşünce yanlış mıdır?
  • Bilim insanları tarafından doğru bilinen yanlışlar yok değil miydi?
  • Bilen ile bilmeyen bir olur mu? (Uzaylı ile temas)
  • İhtimaller dünyasında gerçek nedir, neye tutunmak gerekir?
  • Sudaki mesaj ne?
  • What is Matrix? (Matrix nedir?)
  • Gerçeğin Çölü
  • Gerçeğin Okyanusu
  • Suyu hangi durumlarda içmeye, hangi durumlarda içmemeye dikkat etmeliyiz?
  • Su bir bilgisayardır!

Suyun hafızası var mı?

Su hayatımızdaki en değerli madde.Bu maddeyi vücudumuza alırken pek çok şeye dikkat etmemiz gerektiği bugün bilinen bir gerçek…

Bir süre önce yapılan deneyler suyun hayatımızın en değerli maddesi olması yanıda bir hafızası olduğunu da gösterdi. O halde su aynı zamanda bir bilgi kaynağı da denilebilir mi?… Karlar Ülkesi 2 adlı animasyonda bu konuya mı değinildi?…

video: Suyun hafızası var mı?

serapduygulu.com da paylaşılan bir makaleye göre Fransız bir bilim insanı olan Dr. Jacques Benveniste, 1980 lerden beri yaptığı çalışmalarda suyun hafızası olduğunu keşfediyor ve bunu yaptığı çeşitli belgelerle belgeliyor. Sayfada paylaşılan bilgilerde şu satırlar bence çok önemli: “Bütün bu sonuçlara göre bilim adamları çok net bir bilgiyi vurguluyorlar. Su hücreler arası bilgi alışverişini sağlar. Bütünlüğümüzü de bu şekilde koruyoruz. Hücrelerin birbiriyle olan iletişimi sayesinde var olabiliyoruz. Gün içinde düşündüğünüz ve söylediğiniz her şey tüm hücrelerinizi etkileyerek enerjilerini kopyalar ve hücrelerinize iletir. Dolayısıyla düşündüğünüz gibi bir hayatınız ve sağlığınız olur. Yani düşündüklerinizin kalitesinde yaşarsınız. Üstelik iş sadece bununla da sınırlı değil. Atalarımızdan ve kendi geçmişimizden gelen her şey aslında bedenimizdeki suda bulunan eski kayıtlardır.”

Suyun bir hafızası olduğuna dair yapılan çalışmalara farklı bilim insanları da yıllarını veriyor. Japon bilim insan Masaru Emoto‘da yıllarca bu konuda çalışmış ve ciddi araştırmalara imza atmış biri ve bu çalışmaların sonuçlarından yola çıkarak şunu söylüyor: “İnsan bedeninin %85’i sudur. Düşündüklerimiz ve konuştuklarımız da bedenimizdeki bu su tarafından kaydedilir. Bu kayıtlara göre de hayatımızın bir kalitesi vardır. Su son derece uyumlu bir maddedir. Fiziksel şekli nasıl içine girdiği kabın şeklini alıyorsa moleküler şekli de böyle değişir.”

Bu bilgiyi kanıtlamak için dünyanın çeşitli yerlerinden su örnekleri alıyor ve bunların üzerine çeşitli kelimeler not ederek suyu donduruyor ve fotoğraflarını çekiyor. Notların kiminde sevgü sözcükleri, kiminde dualar kiminde de kötü sözler var. Hatta bu su örneklerine farklı müzik türleri dinletiyor, hatta farklı filmler izletiyor, iyi ve kötü hissettiren fotoğraflar yerleştiriyor…Sonuçlar muazzam...

Japon bilim insanı Emoto’nun bu konuda kitapları var ve biri de ‘Suyun Gizli Mesajı‘ adıyla Türkçe’ye çevrilmiş olan ‘The Message from Water’ adlı kitabı.

Messages From The Water

Üzerlerine sen güzelsin, sen harikasın gibi olumlu ve güzel mesajlar yazılmış olan suların yapısında harika moleküller ve kristaller oluştuğunu görüyor. Tam aksine kötü ve olumsuz düşünceler yazılmış suların moleküler yapısı bozuluyor, bulanıklaşıyor…

“The Four Seasons” – Vivaldi

Aynı şeyi farklı müzikler dinlettiği müziklerde de görüyor. Ve bu sonuç dile bağımsız olarak gelişiyor. Yani su “her dili biliyor” ve her dilde yazılanı anlıyor gibi görünüyor…

Video: Birden bire Hiç Bilmediği Bir dili Konuşmaya başlayan insanlar

Bu noktada benim aklıma gelen ilk şey birden bire hiç bilmediği bir dili konuşabilen insanların varlığı oluyor… Bir bağ var mıdır sizce? Yoksa bu bir reenkarnasyon sonucu mu?… Doğrusu şu an bana “su” nedenli olması çok daha mantıklı geliyor…

Suyu içme şeklimizin vücudumuza etkileri farklılık gösterir mi?

O halde bu maddeyi, besin kaynağını, bu yaşam kaynağını ya da adına H2O diyin isterseniz; suyu, vücudumuza alırken neden daha fazla özenli olmayalım ve neden onu vücudumuza alış şeklimize dikkat etmeyelim veya neden onu içişimizin şekline göre bize verdiği fayda veya zarar olmasın? Bir diğer şekilde soracak olursak; ayakta içmek ile oturarak içmek neden farklılık göstermesin?

Suyun bu moleküler değişiklikleri, çevreye duyarlılığı gösteriyor ki onu içişimizdeki kazanç sadece vücudumuzun anatomik şekli ile ilgili değil…

Günümüzde, insanın otururken midenin etrafındaki doku, kas ve organlarla olan ilişkisi ile ayaktayken olan ilişkisinin aynı olmadığına, ayakta daha gergin ve etrafındaki kaslardan ve dokulardan çok büyük destek görmeyen bir mide söz konusu iken, otururken etraftaki kaslar ve dokularla daha rahat bir midenin söz konusu olduğuna dair bilimsel bir gerçek vardır.

Midenin yapısı

Sürekli olarak ayakta içilen suyun, oturularak içilen suya göre mideye daha hızlı ve direk bir giriş yapacağından mukozaya zarar vererek midenin iç dokusunda zamanla bozulmanın oluşmasına ve midenin de asit içeren bir ortam oldmasından dolayı başta ülser olmak üzere çeşitli mide hastalıklarının meydana gelmesine yol açabildiği söz konusu.

Görülüyor ki açıkça oturarak içme ve ayakta içmek arasında bazı farklar var. Ayakta içmek vücudu “çalışır” durumda stresli bir yapıda tutarken oturma eylemi vücudu “rahatlatan” bir eylem.

1400 sene önce uyarıldık mı?

Bundan yaklaşık 1400 sene öncesinde Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle demiş:

“Eğer ayakta su içen kimse midesine verdiği zararı bilseydi içtiği suyu şüphesiz ki geri kusardı.”

Dikkat edin yaklaşık 1400 sene önce! Bugün çeşitli kaynaklarda bilim dünyasında suyu ayakta içmenin geri kusmayı gerektirecek kadar önemli bir rahatsızlığa yol açtığına dair bulguya rastlanmadığı” belirtiliyor. İsterseniz bu cümleyi biraz açayım, deniyor ki; henüz rastlanmadı! Belki de sadece bunun araştırması yapılmadığı için tespiti de yapılmadı. Yani kaç doktor ülser hastalarına ya da mide rahatsızlığı çeken hastasına “suyu ayakta mı içersiniz?” diye soruyor bilmiyorum. Size sordular mı? Bana hiç sorulmadı! Ama gelin bunu şimdilik şöyle bir kenara bırakalım ve böyle bir sözün söylendiğinin iddia edildiğini anımsayarak Ayurveda bu konuda ne söylüyor bir de onu dinleyelim…

Ayakta su içmek neden zararlıdır?

Ayurveda veya Ayurvedik tıp, kökeni Hint altkıtasına dayanan bir alternatif tıp sistemi. Ayurvedik tıp, gerçeklikle metafizik kavramlarını iç içe geçirdiği ve temeli bilime dayalı olmadığı için sözdebilim kabul edilmekte. Ayurveda’ya göre suyu küçük yudumlarda ve vücudun rahat bir pozisyonunda yani stres gibi durumlardan uzakta içmek gerekiyor!

Video: suyu ayakta içmek neden zararlıdır?

Hz. Muhammed(S.A.V.)’in suyu yavaş, hazmederek içme hakkında da sözleri bulunuyor:

 “Deve gibi bir nefeste içmeyin. İki veya üç nefeste için. Bir şey içeceğiniz zaman besmele çekin; içtikten sonra da «elhamdülillah» deyin!” 

(Tirmizî, Eşribe, 13).

indiantimes.com da bu konuyla ilgili şöyle deniyor:

“Suyunuzu oturup yudumlayarak içmek için çok geçerli bir neden var, aynı şekilde yemeğinizi de oturarak yemeniz tavsiye ediliyor. Vücudumuz, oturduğunuzda ve sırtınızı dik tuttuğunuzda maksimum sağlık yararı elde edeceğimiz şekilde tasarlanmıştır. Suyunuzu oturarak bir şişeden veya bardaktan içtiğinizde, besinler beyne ulaşır ve aktivitesini arttırır. Ayrıca bu şekilde daha iyi sindirime yardımcı olur ve su içtikten sonra şişkinlik hissetmemenizi sağlar. Bu şekilde içme suyu, düzenli olarak tasarlanmış parkurdan geçer ve organlarda tüm faydaların elde edilmesini sağlar. Toksinler gider, kirlilikler temizlenir ve sağlığınız genel olarak iyileşir!”

ndtv.com da ise şu bilgiler yer almaktadır:

“Su ayaktayken yutulduğunda büyük bir kuvvet ve hızla yemek kanalından geçer ve büyük bir sıçrama ile midenin alt duvarına düşer. Bu, midenizin alt duvarını ve hatta yakındaki organları gerçekten yaraladığı ve zarar verdiği için çok zararlı olabilir. Ayrıca uzun vadede sindirim sorunlarına yol açabilir.

Bunun dışında böbreklerimizi de olumsuz etkileyebilir. Otururken böbreklerin daha iyi süzüldüğüne inanılıyor. Ayaktayken su içtiğimizde, aslında fazla filtrasyonu kolaylaştırmadan hızlı bir şekilde geçer. Kirlerin kanda ve hatta mesanede birikmesine neden olarak uzun vadede böbrek hasarına yol açabilir.

olması oldukça olasıdır. Ayakta durmak ve su içmek vücudunuzdaki sıvı dengesini bozduğundan, bazen eklemlerinizde sıvı birikmesine ve dolayısıyla artrit olasılığının artmasına neden olabilir. 

Ayrıca, ayakta su içtiğinizde susuzluğunuz hiçbir zaman tam olarak giderilemez. Bunu yaptığınızda, her zaman daha fazla içmek istediğinizi fark etmiş olabilirsiniz. Bu nedenle, o bardak suyu almadan önce her zaman oturmak için iyi bir yer bulmanız tavsiye edilir.

Ayakta su içmek kimilerine göre hurafe, kimilerine göre ise bilimsel bir gerçektir. Tıp pratisyenlerine göre, fit bir vücuda sahip olmak için sağlıklı alışkanlıklara bağlı kalınmalıdır. Bu yüzden fazla düşünmeyin ve bir yudum su içmeden önce oturun.”

woman drinking water from glass bottle
Photo by Arnie Watkins on Pexels.com

healtshots.com da bir yazıda ise yine ayakta su içmenin tavsiye edilmediğine dair bilgiler paylaşılarak ayakta su içilmesi durumunda şu rahatsızlıkların oluşabileceği belirtilmiş:

  • Hazımsızlık: Ayakta su içmek sindirim sisteminize zarar verebilir . Çünkü ayakta durup içtiğinizde su büyük bir güç ve hızla yemek kanalından geçerek doğrudan alt mideye düşer ki bu zararlıdır. Dr Rustgi, “Ayaktayken hızlı su içildiğinde sinirler gerilir, bu da sıvıların dengesini bozar, toksinlerde ve hazımsızlıkta artışa neden olur” diyor.
  • Artrit tetikleyici: Ayakta hızlı bir şekilde su içtiğinizde sinirler gergin bir haldedir, bu da sıvıların dengesini bozarak vücutta toksinlerin artmasına ve hazımsızlığa neden olur. Aslında, eklemlerde sıvı biriktirerek artriti tetikler. Dr Rustgi, “Ayaktayken su içmek eklemlerde sıvı birikmesine neden olabilir ve artrit problemlerini ve eklem hasarını tetikleyebilir” diyor.
  • Akciğerleriniz için risk: Ayakta su içtiğinizde gerekli besin ve vitaminler karaciğere ve sindirim sistemine ulaşmaz. Ayağa kalktığınızda ve su içtiğinizde, sistem içinde çok hızlı hareket eder ve oksijen seviyesi bu şekilde bozulduğu için akciğerlerinizi ve kalp fonksiyonlarını riske atar. 
  • Böbrek sorunları: Otururken böbreklerimizin daha iyi süzüldüğü tespit edildi. “Ayaktayken ve su içerken, sıvı yüksek basınç altında alt mideye süzülmeden geçme eğilimindedir. Dr Rustgi, bunun su kirliliğinin mesaneye yerleşmesine ve böbreklerin işleyişine zarar vermesine neden olduğunu söylüyor. Hatta idrar yolu rahatsızlıklarına neden olabilir.

Su mesaj verir mi?

Tüm bunlardan yola çıkarak insanın aklına şu sorular geliyor(en azından benim aklıma geldi): “Sudaki mesaj nedir?” , “Su tüm bunlarla bize neyi anlatmak istiyor?” veya “su ile bize anlatılmak istenen ne?”, “su bize bir şey anlatmak istiyor mu?”, “su bize bir şey anlatıyor mu?”… Varlığını sorgulayan her insanın karşısına DNA lar, Atomlar, Bilim ve varoluş teorileri ile beraber dinsel öğretiler de çıkıyor. Her açıdan bakıldığında suyun içeriğindeki her mesajı çözmek mümkün değil elbette.

Su teknik olarak bir canlı değildir, bir düşüncesi, arzusu ve isteği yoktur ve bir canlı gibi bir şey anlatma kabiliyeti yoktur. Dolayısıyla bir şey anlatmak isteyemez. Ancak mevcudiyeti ve hafızasındaki bilgiler bir şey anlatabilir; duymak, anlamak isteyene, bir anlam arayana…

bbc.com’a göre Radyomanyetik kayıtlar ve diğer bilimsel verilere göre Dünya yaklaşık 4,5 milyar yıl önce var oldu ve su yüzmilyonlarca yıl sonra dünyaya yabancı bir madde olarak donmuş bir şekilde uzaydan geldi. Görülüyor ki üzerindeki veri milyarlarca yıllık. Çünkü suyun asla yok olmadığı, sürekli bir döngü içinde olduğu, şekil değiştirdiği; buharlaştığı, yoğunlaşıp katılaştığı ve yeniden sıvılaştığı göz önünde bulundurulursa bu uzaylı madde milyarlarca yıldır DNA mızı, gen haritamızı şekillendirmekte ve bu döngüyle gelen bilgiyi geçmişten geleceğe aktarmakta… İyi de mesaj tam olarak ne? Bunca veri içinde almamız gereken sır ne?…

Bu sır bize kendisini gönderen bir uzaylı yaşam biçimi hakkında bize bilgi verebilir. Henüz bilinmeyen pek çok hastalığın çözümüne dair ipuçları verebilir. Tüm insanların aslında bir bütün olduğunu, aynı şekilde ortaya çıktığını Amerikalı, İngiliz, Alman, Türk, Rus, Japon vb. demenin insanların yaşadıkları coğrafi konumdan başka bir şey olmadığını kanıtlayabilir. Ve başka pek çok bilgi verebilir…

Ama açıkçası burada görebilmemiz gereken en temel şey belki de biz insanların kesinlikle özenle tasarlanmış canlılar olduğumuzdur diye düşünüyorum. Düşünsenize hayvanlar ve bitkiler de bu suyla hayat buluyor; su onların da içlerinden geçiyor sonra başka bedenlere nakloluyor fakat; bunu düşünüp bundan bir sonuç çıkartabilme yeteneğine sahip tek canlı İnsan! Yani biz!… O halde sır bizlerin kesinlikle tesadüf eseri, doğanın koşullarında oluşamayacak, ancak o koşullara uyum sağlayabilecek şekilde gelişebilecek özenle dizayn edilmiş canlılar olduğumuzu göster miyor mu? Yoksa sır sadece bu mu? Bu aslında sır olmayan, hepimizin bildiği basit düşünce… Basit ama hayatımızın geri kalanını bu basit düşünceye göre şekillendirebileceğimiz; neticesi asla basit olmayacak; her insanın kendi düşünce, kalp ve ruhuyla biçimlendireceği ve tercihleriyle hayatına geçireceği düşünce…Sır bu kadar basit olabilir mi?

Basitliğin Zarafeti

Pek çok insan basit kelimesini “kötü” , “aşağılayıcı” olarak görüyor. “-Ah o mu, çok basit insan!”, “-Ne kadar da basitsin!” gibi cümleler kuruyor.

Oysa basitlik: kolay olan demektir. Önemsiz anlamına gelmez, çirkin anlamına gelmez. Eğer öyle olsaydı herkes için en önemli olan “su içme” eylemi “basit” olmazdı! Düşünün! Su içmek çok kolay, herkez yapabilir, basit! Ama içemediğinizi düşünün! Önemsiz mi?… Peki ya yürümek: “hah çok basit!”… E hadi yürüyemeyin bakalım!

O halde basitliği zarafete (günümüzde bu kelimeyi gösterişli olarak algılayanlar var) tercih eden bir erkek veya bir kadın olabilirsiniz bu hiç sorun değil! Basit giyinebilir, basit konuşabilir, gösteriş yerine kullanılan zarafetin duruşundan uzak durabilirsiniz.

Örnek: Basitlik anlayışı

O halde sorumu kendim yanıtlayacak olursam: “Evet sır bu kadar basit olabilir!”. Sudaki sır aynı zamanda oldukça “zarif” tir. Neredeyse bir şiir kıvamında zarif hem de! Bir sanatçı elinden çıkmışçasına her maddeye uyan bir formda!

Ünlü kahin ve astrolog Nostradamus şarbon hastalığını temiz hava, su ve bitkilerle tedavi etmişti. Kehanetlerini içi su dolu bir kaba bakarak yazdığı bilinir.

Reenkarne olmak bununla açıklanabilir mi? Dejavu’ların sırrı bu olabilir mi? Hiç olmadığımız biri olmanın, hiç konuşmadığımız bir dili bir anda konuşabilmenin açıklaması bu olabilir mi? Suda geleceği görmenin; bir Nostradamus olmanın açıklaması bu olabilir mi? Tüm bunlar “sudaki mesaj” sayesinde diyebilir miyiz?

Bilim tarafından ispat edilememiş her düşünce yanlış mıdır?

İnsanoğlu kendisine biçilmiş hayat süresince bu sırrı araştırmaya “bilim” ile devam edecek. Peki gerçekten “eğer” kendisi özenle yaratılmış,dizayn edilmiş veya adına ne derseniz, oluşturulmuş bir canlı ise mutlaka biri veya bir şey tarafından oluşturulmuş olması gerekmez mi? Ve eğer bu sorunun yanıtı “evet, gerekir” ise; bir yaratıcının dünyaya sözcüsü, mesajcısı yani Peygamberi olarak gönderdiği bir insana “suyu böyle içmesinler” dedirtmesi mümkün olamaz mı? Öyle ya bu bedeni yaratıcısından başka kim en iyi bilebilir? Bu 1400 yıl önce söylenmiş sözlerin bugün bilim tarafından yeni yeni kabul edilebilmesi; hatta henüz ispatlanamaması bir bakıma bu sırrın bir açığa çıkışı değil midir?…

Elbette burada “henüz ispatlanamamış” düşüncelerin hepsinin doğru olacağını söylemek istemiyorum. Bu düpedüz yanlış olur. Ama insanoğlu dünyanın bir öküzün boynuzlarında olduğunu düşündüğü yıllardan Mars’ta ki kapıları araştırma noktasına geldi. Buna rağmen insan kendi bedenini; kendi içini halen çözememiş görünüyor. Dün keşfettiği doğruların bugün yanlış olduğunu kavrıyor. Son yaşanan Covid-19 bile buna bir örnek değil mi sizce?. Bilim yanlış kararlar vermedi mi hiç?…

Bilim insanları tarafından doğru bilinen yanlışlar yok değil miydi?

Bugün insanoğlu “doğal”, “işlenmemiş” yiyeceklere yönelmiyor mu? Dünya bir öküzün boynuzlarındayken hangi teknoloji ispat edebilirdi dünyanın gerçek şeklini. O halde insanların bunu anlayabilecekleri bir seviyeye ulaşmaları gerekiyordu önce ve bu zamana kadar akıllarını kaybetmemeleri için henüz kendini ifadede dahi tam yetişmemiş insanoğlu için verilebilecek bilgi de bu bilginin veriliş dili de muhtemelen sınırlı olacaktı…

Bilen ile bilmeyen bir olur mu?

Düşünün bugün karşısına Uzaylı çıkacak bir insanın 100 yıl önce uzaylı görmüş insan ile tepkisi aynı olur muydu?:

Bu günün insanı:

“-Oğlum yürü git evine dön! Covid-19 atlatmış adamız! Şu saatten sonra Zombiler gelse şaşırmam sen kimsin? Sen kimsin alo?” demez mi?

İhtimaller dünyasında gerçek nedir, neye tutunmak gerekir?

İspatlanamamış olasılıklar dünyasında(ihtimaller dünyasında) geçerli tek gerçek bence inançtır! Kapının arkasında bir yılan olma ihtimali olduğunda orada olduğunu o kapıyı açamadan bilemiyorsak bize iki seçenek kalır: 1.yılanın orada olduğuna inanmak, 2-yılanın orada olmadığına inanmak. Bu bilgi bizim için önemsiz ise zaten önemsemeyiz. Ama önemsemek veya önemsememek o yılanın kapının arkasında olduğunu veya olmadığını değiştirmez ve eğer oradaysa; zehirli ise, baş edemeyeceğimiz bir cins ise, bizi hazırlıksız yakalarsa bizi ısırmasından, zehirlenmekten kurtulamayız. Eğer orada değilse ve biz orada olduğuna inanmışsak en fazla “hazırlık yapmış olmakla” ilgili zaman kaybımız olabilir ve bu kayıp zannediyorum “hayat kaybına” tercih edilebilir ve “hayat kaybı” ihtimaline karşı “göze alınabilir bir tercihtir”. İnsan inanarak adım attı, inanarak uçtu, inanarak işlerinde başarılı oldu.

Sudaki mesaj ne?

İşte sudaki mesaj da bence bu; biz inanalım veya inanmayalım dünya dönüyor, zaman geçiyor ve biz ne bir arslan, ne bir şempanze, ne bir yılan ne de bir zürafayız… Biz insanız! Düşünebilen, özenle yaratılmış; öyle ki suyu doğru içtiğinde vücudunda oluşan ödemi atabilen, muazzam canlılarız. Biz bir mucizeyiz, doğumumuzdan yaşadığımız her ana ve hatta ölümümüz ile! Evet dün hayatımızda olan insanlar bugün yok Başka bir yerdeler! Onca anı nereye gitti? Onca geçen zamanın anlamı neydi? Bu satırları neden yazıyorum, neden okuyorsun? Yok olup gideceğiz madem hiç var olmamışçasına, tüm bunların anlamı ne? Yemek yiyen, su içen, sevişen, çocuğuna eğitim veren, eğitim alan, yer çekimini bulan insan şimdi toprak! Bu mucize değil de ne?…

What is Matrix?(Matrix nedir?)

Matrix

Keanu Reaves’in oynadığı Wachowski Kardeşlerin senaryosunu yazıp, yönettiği 1999 tarihinde vizyona giren ve vizyona girişiyle de gönlümüzde taht kuran, adeta bir çığır açan o muhteşem filmi, Matrix’i biliyorsunuz. Film harika aksiyon-bilim-kurgu yapısının yanında aynı zamanda “gerçek”,”hayal”, “varoluş” gibi kavramları da işlemesi ile pek çok insanı düşündürmüş “Bu hayat gerçek mi?”, “bir kurgunun içinde miyiz” sorularına yöneltmişti. Filmde “gerçeğin çölüne hoş geldin” deniyordu. “Gerçeğin çölüne hoş geldin“…

Gerçeğin Çölü

dunya.com‘da Fransız düşünür Jean Baudrillard‘ın gerçeğin, herhangi bir kökenden bağının kopmuş olarak modeller aracılığıyla üretilmesini “hipergerçeklik” kavramıyla açıkladığı belirtiliyor. “Gerçeğin çölüne hoş geldin” ifadesinin gerçek ile simulasyon kavramlarının birbiri içine girmesini tanımlamak için ifade edildiği yazılmış.

Matrix: Gerçeğin çölü

Evet filmde gerçek ile simüle edilmiş dünya iç içe ve kahramanımız gerçek dünyaya sıvılar içinde uyanıyor. Tıpkı anne karnındaki fetüs gibi.

Fetüs
Matrix: Neo gerçek dünyada uyanıyor

bilimfili.com‘ da anne karnında gelişmekte olan fetüsün bağışıklık sisteminin bir ikilem ile karşı karşıya kaldığı, doğumdan sonra gelecek muhtemel tehlikeli patojen veya hastalık yapıcılara karşı sistemin hazırlık yaptığı, vücudun kendi hücrelerine karşı tepki vermeyecek şekilde adapte olduğu belirtiliyor. Ancak bu zamana kadar, bu bağışıklık sisteminin anneye yani anne vücut hücrelerine ‘yabancı’ zannederek saldırmamalı veya bundan kaçınması gerektiği ifade ediliyor ve şöyle deniyor:

“kendine biyolojik bir saldırı limiti yaratan fetüs bağışıklık sistemi her yabancı hücreye ve yapıya saldırmaktan da enerji koruyucu bir mekanizma gibi geri duruyor diyebiliriz.”

bilimfili.com

Gerçeğin Okyanusu

Görünüyor ki açık bir şekilde insan vücudundaki her hücre bir bilinçle hareket ediyor. Peki bu bilinci o ada bulunduğu andan itibaren kendisi mi geliştiriyor yoksa bu bilinç anne karnındaki sıvılarla kendisine mi aktarılıyor? Bir şekilde tıpkı küçük bilgisayar programları gibi bir bilinçle hareket ediyor! Programlanmış gibi! Ve vala! Matrix’e doğuyor! Bir kurgu hayatın gerçekliğine! Ta ki uyanacağı ana dek yaşayacağı “gerçeğin çölüne”… ve zaman içinde fark ediyor ki “gerçeğin çölü” denilen şey aslında “gerçeğin okyanusunu” ifade eden bir tanım yalnızca. Cılızlığın anlatımı… Buz dağının görünen yüzü… Evet bu açıdan Matrix “içinde olduğumuz, aslında gerçek olmayan hayattır” dersek sanırım pek de yanılmayacağız… O halde yapmamız gereken seçilmiş olanın izinden gitmek değil de nedir?… Tercih mavi veya kırmızı hapı seçmek gibi bize kalır…

“Bilgi peşinde koşmak okyanusta kulaç atmaya benzer; önce tutunacak sağlam bir yer bulmalısın”İsmail KAYA 31 Ekim 2006

Su ne zaman içilir ne zaman içilmez?

Şu durumlarda su içmeyin

  • Banyodan sonra su içilmemelidir, içilirse organlar yaşlanır
  • Acı yedikten sonra su içilmemelidir içilirse reflü, gastrid ve bağırsak rahatsızlığı yapar.
  • Uyku arasında içilmemelidir, beyni etkiler
  • Meyveden sonra içilmemelidir, asit ortaya çıkar
  • Koşup yorulduktan sonra içilmemelidir, karaciğer ve dalak büyür
  • Tatlı yedikten sonra içilmemelidir, şeker yükselir kalp krizi riski artar
  • Kustuktan sonra içilmemelidir, vebaya sebep olur
  • Sofraya oturunca yemeğin altına ve Sofradan kalkmadan, yemeğin üzerine içilmemelidir.

Suyu şu durumlarda için

  • Et yedikten sonra
  • Yağlı yedikten sonra
  • Korkunca
  • Yataktan kalkınca
  • Uykudan önce
  • Yemek arasında
  • Susamadan, en az günde iki litre su içilir.

Yazın sıcakta kana kana soğuk su içme alışkanlığı sağlığınızı etkileyebilir. Suyu ılık içmek en sağlıklısı!

Su bir bilgisayardır?

Aşağıdaki videoda Sadhguru suyu doğru içmek ile ilgili önerilerde bulunuyor ve yazımın en başında “su bir bilgi kaynağı mıdır” soruma yanıt verircesine özetle şöyle diyor: “Bugün suyun bir muazzam bir bilgi kaynağı, bir bilgisayar olduğu söyleniyor. O halde her şey gibi suya saygı duymalıyız. Neyi tükettiğimizi bilmeli ve şükranımızı sunmalıyız. Bakır bir kapta içmeli, mümkünse yanına bir çiçek, hoş bir ışık, iyi hissettirecek şeyler koymalıyız. Bu suyun yapısını olumlu yönde değiştirecek ve bizi pek çok hastalıktan koruyacaktır.”

Bu konuda bir fikriniz mi var?

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.